Elizabeth Wolfson

'Bunu Ben Yapmadım, Siz Yaptınız' isimli sergi hakkında – 2010

Extramücadele 1997’de başlamış büyük bir projedir. Hayali siparişler üzerine çalışır. Aynen bir grafikerin müşterisi için bir işaret tasarlaması gibi toplumsal baskı altındaki bütün topluluklar için işaretler tasarlar.
Sanatçı Memed Erdener’e ait “büyük proje” Extramücadele’nin giriş metni böyle başlıyor. Grafik tasarım alanında eğitim gören ve yakın zamana kadar bu alanda çalışan Extramücadele ticari tasarımın dolaysız dilini kullanarak Türkiye’nin kolektif bilinçaltını keşfe çıkıyor ve ülkenin toplumsal azınlıklarının karmaşık, bazen de çelişkili düşünce, duygu ve ihtiyaçlarını ifade ediyor. İstanbul’un Tophane galeriler bölgesindeki Galeri NON’da düzenlenen son sergisi Bunu Ben Yapmadım, Siz Yaptınız’ı birlikte gezerken, “Kendim için veya kendim hakkında sanat yapmıyorum,” dedi Erdener bana. “Bu işler bizim hakkımızda.”
Biz –yani aynı zamanda, sanatçı Nazım Dikbaş’ın sergiye eşlik eden makalesinden alıntı yapmak gerekirse, “herkes denen o tuhaf kalabalık”. Erdener’in sergisi galeri mekanını, hem kurgusal hem gerçek karakterlerin yer aldığı, günümüz Türkiye toplumunun dramının dondurulmuş bir anını yansıtan bir sahneye dönüştürüyor. Ateş kırmızısı Mustafa Kemal Atatürk büstlerinden oluşan bir totem direği dengesizce beyaz bir yıldızın, Cumhuriyet devletinin simgesinin üzerine yerleştirilmiş. Bu dengesiz hal, biraz ileride konumlanan ikinci, daha dengeli bir sütunla keskin bir tezat oluşturuyor. Bu sütun tek bir siyah peçenin ardından dışarı bakan karikatürümsü kadın gözlerinden oluşuyor, en üstte ise Osmanlı geleneğinin simgesi olan hilal var. Bu ikiz heykellerde, yıldız istikrarsız bir temel, hilal ise gururla takılan bir taç olarak mı anlaşılmalı? Yoksa hilal, bir tür şeytansı boynuz, yıldız ise çoklu bakış açılarına ve daha fazla esnekliğe müsaade eden bir araç mı? Fiziksel yakınlıklarına rağmen, iki totemin bakışları kesişmiyor, birbirlerinin varlığını tanımayı reddediyorlar.

“Extramücadele’nin hiçbir politik görüşü yoktur,” diye devam ediyor giriş metni, “Taraf değildir. Olamaz.” Erdener’in projesi işaretlerin, ikonografinin, ticari reklamın alanından çıkıp başka iletişimsel amaçlar için kullanıldığında grafik tasarımın ne gibi imkanlar sunabileceğinin keşfine kalkışıyor. Bu açıdan bakıldığında, Extramücadele sosyolojik bir araştırma olduğu kadar bir sanatsal deney de; örtülü kızlar, Atatürk portreleri ve Türkiye’nin siyaset ve kültür dünyasından diğer tanıdık figürler, hepsi, asıl meselesi tasarımın sınırlarını zorlamak olan bir yapıtlar bütününde ancak birer dikkat dağıtıcı.

Arka planını hesaba kattığımızda, Erdener’in görsel retorik konusunda keskin bir göze ve kavramın çekirdeğine ulaşma, kavramı bir avuç derinden etkileyici imgeye indirgeme becerisine sahip olması şaşırtıcı değil. Örneğin, sık sık karşımıza çıkan bir Extramücadele karakteri olan Türban Şoray ile (1960’ların ve 1970’lerin ünlü sinema yıldızı Türkan Şoray’ın ismiyle bir kelime oyunu yaparak) tapılası bir figür yaratmayı başardığına şüphe yok. Türban’ın tatlılığı, cüssesi kendisinin iki katı subaylarda uyandırdığı dehşeti daha da absürd kılıyor, ve yumurtamsı yuvarlaklığı, dev, kalın kirpikli, oyuncak ayıyı andıran gözleri, minicik ağzı, kısacık boyu (yüksek ama yere sağlam basan apartman topuk ayakkabılarını giyse bile) ve görünmez kolları onu tehditkar olmaktan tamamen uzaklaştırıyor.

Ancak, Türban’ın tüm savunmasızlığına ve aşırı şirinliğine rağmen, gerçek niyetleriyle ilgili, o dev gözlerin arkasında nasıl düşüncelerin gezindiğiyle ilgili bir belirsizlik vardır; aynı çifte totemler gibi, onun da imgesi örtülü kadının doğası hakkında ne kadar çok cevap sağlıyorsa o kadar da çok soru sorar.

Altın ve mücevherlerle dolup taşan bir denizde yüzen, etrafı patlayan dağlarla çevrili, barış işareti yapan zarif, yeşil bir deniz adamı olarak temsil edilen hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan; minik ayağının tabanına Amerikan yapımı bir bombardıman uçağı konmuş, plaj havlusuna uzanmış, Kemalist propaganda metinleri okuyan şık, cimri giyimli genç kadın; etrafı, tarihi bir mekana inşa ettiği modern gökdelenlerle çevrili, bir kaidenin üzerine çıkmış, dünyaya doğru yaptığı müstehcen hareket başarısının bir yansıması olan ukala genç kapitalist; ve düşmüş bir melek olarak tasvir edilen Atatürk’ün kendisi. Türban Şoray’ın yanı sıra, bunlar da Extramücadele’nin, ülkenin –ve dünyanın- irrasyonel sorunlarına manasız marka tasarımları ve sahte pazarlama çözümleri sunduğu“müşterileri”.

Birinci Dünya Savaşı’nın akıldışı yokediciliğinde ve savaşın ahlaki muğlaklığında sanatlarına ilham kaynağı bulan Dadacılar gibi, Extramücadele de dünyanın şu anda Türkiye’yi izlediği şaşkın ve bulutlu bakışta ilham buluyor, bu bakışı izleyiciye yansıtıyor. Extramücadele Türkiye’nin kendisini net bir şekilde göremeyişine, veya birbirlerini görmezden gelme konusunda ısrar eden, günümüz Türkiye toplumunun sahnesini paylaştıkları diğer gruplar hakkındaki karabasanı andıran fikirlerini beslemek için basitleştirilmiş medya imgelerine ve kendi hayalgüçlerine güvenen toplumsal gruplar arasındaki gerilimleri çözemeyişine de hitap ediyor. “Herkes denen o tuhaf kalabalık” –tuhaf, ve yabancılarla dolu. Extramücadele’nin “taraf olmayı” reddetmesi, veya çözüm ve yön göstermeyen cevaplardan başka bir şey sunmaması, Francis Picabia’nın kullanılamayan ve belli bir işe yaramayan makinelerini, veya René Magritte’in pipo olmayan piposunu akla getiriyor. Extramücadele projesi bize imgelerin ihanet ettiğini, temsilin tek başına toplumsal değişimi tetiklemek için yeterli olmadığını ve ne diyaloğun ne de eylemin yerini tutamayacağını hatırlatıyor.

Çeviri: Nazım Dikbaş